22 Şubat 2011 Salı

Dönmeye Dair

       
         Gün geceye döner..Köşedeki sokak lambasına bakan pencerenin camına çağrılıyormuşçasına yaklaşılmıştır.Uzun uzun bakılmıştır..Bakışın uzun olması,yolun gözle gidilmesindendir.Yolun gözlenmesinden,gözü yolda kalmaktan,belki...Gözlerin üzerinden kim bilir kaç far ışığı akmıştır..Rahatsız olunmamıştır.Karanlığın böylesi örttüğü,sessizliğin böylesi kapladığı küçük sokakta iki üç far ışığı hayata bir kaç hayat daha katmıştır.Nereye gider insanlar geceleyin kim bilir,nereye döner..Sahi,ay ne zaman bu tarafa döner,bu kuzey batı cephesine kalp evinin,yan komşu ne sıcak derken donduran tarafa,güneş bile değil yolu gözlenen,ay ne zaman döner...Bu oturuş,bu duruş,bu nida,bu karanlık,bu hissediş ya da yarı hayal yarı düş,elde minik taşlar döner,dil döndüğünce...Kalp döner,adı dönendir,dil sussa da kalp döner.Durur.Döner.Döner durur,ayla yolu birleşmeden bitap düşer,uykunun sihirli kollarına döner...Yare dönmeden ağyare döner..Gecenin çeldiricisidir uyku,yol bilmeyen herkes sabaha uykuya mağlup döner..Güne cebinde düşlerle başlarken,geceye yine azıksız döner...Dünya döner..

           Taş döner..Dağlar kayalara,çakıllar kuma dönerken,biri yuvarlanır haşyetle huu,baş döner.Kimi ırmak ırmak coşar da kimine sızım sızım bir yaş düşer.Kuş döner..Kuşlar döner..Yüzünü göğün vaveylaya tutup,ille aynı zamanda,ilahi,kanatlar sema döner..Bir yaprak başı semaya dönük,kurtulur bağlarından döne döne toprağa iner.Rüzgar başını eğer,bulutlar yağmura,yağmurlar kara döner.Toprak deliye döner,kah saklar içini,kah fışkırtır bağrındakileri,gelinlik kıza döner...En nadide incisidir en gizlisi..Ummanlara ırmaklar onun için döner.El uzatılmıştır,diken batmış,yara kanamıştır..Bir gül dünyaya yayılmıştır..Kokuyu alanlar aslına döner..Günler renkten renge döner.Her şey beyazdan siyaha döner,bir damla kan anlatır da renklerin hepsini,asılda siyah da renksizliğe döner.Dünya döner..

          Kadın bir yatsı vakti evine döner.Trafik,far korna,kim bilir kaç kavşaktan döner..Çocuklarını alır bir öpücük miktarı tutar içinde.Bulaşık makinesinin pervanesi döner.Çocuklar döner.Kutu kutu pense...Bir gece yarısı eline aldığı kitabın okur durur başına döner.Dünya döner..
      
          Erkek son şehir minibüsüyle şehre döner.Şehir eşsiz bir yorgunluğa döner,gölgeler kaybolmuştur,ay parlar,göremez,bir bakış miktarı,bir kucaklayış miktarı tadar çocuklarını..Herkes yatağına döner...Dünya döner.
           Şimdi,şu an şu saatte bir siyah gülün etrafında kaç beyaz hale döner.Işığıyla kaç gönül mecnuna döner...Duramaz,sol ayak merkezde sağ ayak dünyayı gezer...Sema döner,sema da melekler onunla döner..
          
            Gün geceye döner..Köşedeki sokak lambasına bakan pencerenin camına çağrılıyormuşçasına yaklaşılmıştır.Uzun uzun bakılmıştır..Bakışın uzun olması,yolun gözle gidilmesindendir.Yolun gözlenmesinden,gözü yolda kalmaktan,belki...Yolculuk başlar,yol dönmeye tabidir,dönmek daireye tabi....

             Ey dönüp duranları döndüren,dönüşümü senin yolunda sabit kıl duası,başlama ve bitmenin yok olmasıyla var olma değil mi?
        
        

21 Şubat 2011 Pazartesi

Şaire dediler ki...

Ey şair bu madende çok acı çekmiş,renkli mücevherler elde etmişsin.Bu madenin bütün cevheri tek bir renk değil.
Ummanın bütün incisi aynı değil.
Elmas ve yakutu madenin sinesinden iste.Bulduğunun da iyisini dile..Çerçöple yetinen cimridir.İyinin de iyisi çoktur.
Yüreğin kötü huylardan arınmadıkça senin nazmından iyilik kokusu gelir mi...

Yürekte iyi kötü ne varsa onun etkisi sözle ortaya çıkar.Mil gelip derenin ağzını kapayınca,akan su kokar,renklenir..Ilık rüzgar nafenin bağını çözünce,misk kokar,amber kokar...
Şiir mücevhere benzer,olunca da mücevherden iyi olur.
Söz dünyayı dolaşmış,anlam ise garip kalmıştır.Ancak anlam akıllının anlayışına yabancı değildir.
................işin aslı aşk tadıdır.
Aşk feleğin dansı onun ışığıyladır.Söz sofrasının tadı onun tuzuyladır...
Cami,kafanda bu tuz yoksa sofra kurmasan da olur.
Cömert adam tuzluk koymadan sofra kurar mı....................
tuhfetül ahrar...molla cami...

14 Şubat 2011 Pazartesi

İçim İçin

Bugün içime sığmadı içim..
Koştum,coştum,şaşırdım için için..
Anladım ki bu benim değil senin için..
Ummansın,ırmaksın,susun benim için..
Bir içim...

8 Şubat 2011 Salı

Üçlemeler 1-Film



Ne kadar kolay yazılıverdiler arka arkaya..Ne ağır anlattılar halbuki kendilerini insana.Kilitli kapılar açıldı içerlerden,tozlu sandıklar,sebeplerin soyut dili kocaman sembollerle avuçlarımıza döküldü.Çok uzun zamandır,sinema izlememiş,aksiyon,yükses ses ve animasyondan hiçbir zaman hazzetmemiş biri olarak,üç film de güzel bir kitap yolculuğu tadını verdi.Kainatın sesi,rengi,insana anlatmaya çalıştıkları vardı.Yer gök konuştu bol bol,ama insan sustu..Sustukça kaybolmazdı böylesi belki,sanki kulağını da  böylesi tıkamasaydı..

Yumurta..Sonucun vehameti böyle gösterilebilirdi ancak.Sondan başlamak Yusuf üçlemesi için iyi bir fikir miydi,dairenin tamamlanması için,sahnelerin oturması için evet,ama ya insan psikolojisi?Yıkık bir adam karşımızda,hem de bir önceki yaş yazısından sonra,40 yaşıyla ve hep sıfırda,hep yenik bir adam..Kümeste gezinen koca elleri hayatını arıyor gibi,yumurta ararken,gidişi,dönüşü,yemek yiyişi,pantolonu,gömleği...Evdeki kız,hayata bakışı,taşra saflığında umutları,açılmamış bir diş fırçasıyla sunduğu,verdiği terliklerle bütünleşen kendince beklentileri..Kurban,taziye,kendinden habersiz hediyeler..İnsanı böyle vefasızlaştıran neydi,böyle kendine duyarsızlaştıran..Ve kararması hayatın,en çok yıktığında yere sebepler ille kocaman bir köpek,kendi kendine yenikliği insanın,ille gece yarısı,ağlayabilmek,çözülebilmek,dönebilmek...

Süt..Fıtrata döndüren,beyaz,temizleyen,içten dışa dıştan içe akan,akıtan..Süte okunan dua,ille yazı,şifaya vurgu yapan..Vurucu bir sahneyle başladı,bunca susan insan resminde,ağızdan bir yılan çıktı,kadın,tüm düğümleri atandı,ve sıkışıp kalandı..Ve yılan genç Yusuf un yanında yöresinde dolandı hep,bir kayıp aşk vardı Yumurta da,adı Gül,kayıp kaldı,gençlikte de bulunamadı,çok yara aldı bir genç,çok yaralı yol aldı.Hayvanların dili,köpek ve yılandan sonra iyice anlam kazandı.Yusuf un balığı sarılarak öldürüşü ve annesine sunuşunda umut aradık,gerçek rüya birbirine karıştı,anne ve günah,beyaz ve siyah.. Yusuf,tutunamadı yazarak bile,okunmadı kalbi,hiç kimsece,mecbur kaldı,hayata başındaki maden feneriyle bakmaya,gözlerimizi almaya...Yaralandık.

Bal..Babayla kurulan bağ,kısık bir sesin pamuk ipliğine döndüğü yer,dipsiz derin bir orman,boş kovanlar,içten ezber dışardan tutuk bir sessizlik okuma..Okul kabus,Yusuf  7 yaşında.Fanustan görünen hep bir geç kalmışlık,aynı gömlek,aynı pantolon,bir sır rüya..Tamamlanan kareler,beyaz başörtülü nineler,bardakta süt,miraç,suyun yüzünden yakalanan dolunay...Yakup kayıp,annenin bildiği hayat yemek yapmak,susmak.Öğretmeninki ise kurdele takmak..Yusuf ormanın koynunda,uyuyan bir çaresizlik..Boş kovanlar ve bal...

İnsan bir kitabı bitirince,bir filmi izleyince ya da bir yolculuğu tamamlamalı,bir yere gitmeli,ama dönmeli,dönebilmeli,hayat bu döngüyle mümkün ancak.Gittiğin yerde kalmanın,kuyularda boğulmanın,sorunu tanımlamanın,ilaç bulunmuyorsa faydası yok.İnsanı çözmüş bu üçleme,en derinlerine inmiş.Çok tatmin görüntü ve seslerle sunulmuş hayat,katıksız..Anne yaşarken kayıp,baba ararken,aranırken,ve bunca bütünleşirken baba oğul..Babanın adı Yakup,oğlun adı Yusuf ken hem,kuyuda bırakmamalıydı yüreğimizi sanki.,Gökyüzünde ay hep asılıydı,o derin ormanda küçücük Yusuf un yüreğini okşamaz mı rüzgar,dili sessiz şiir olmuş delikanlı Yusuf a gülümsemez mi ay?Bir sebep,sebeplerin sebebinden yetişmez miydi?Hayatın kuralı bu değil miydi?Mahsun bırakıldığı her yer basamak olarak dönmez miydi önüne?Kuyuya ya bir ses ya bir nefes yetişmez miydi?Zeze nin portakal ağacı,Portuga sı gibi biri,Yusuf un gördüğü burhan gibi babasının hayali, hiç değilse,Yusuf a bir okşayan bir bakış da değemez miydi,hiç olmazsa şu ormandaki çiçeklerden?Yumurtadaki ağlayış,eve dönüşten,son lokmaların hızı ve peyniri kabul edişten kıpırdandı içim,belli belirsiz bir son da olsa..Yoksa çok mu umutlu/suz biriyim ben?

5 Şubat 2011 Cumartesi

Gittin...

uzakl/aştıkça
yakınl/aşıyor kalbime adımların...
aynı gök/yüzüne b/akıyoruz seninle..
her neredeysen de benimlesin işte..
olanca güzelliğinle...
İstanbulda bir güzel...
İstanbuldan da güzel sessizliğiyle....

4 Ocak 2011 Salı

Azatlık Kuşlar

      Azatlık kuşlar varmış eskiden,eskiden kuşlar insana böylesi derin şeyler anlatırmış.Her kuş özgürlükten dem vurur da,azatlık kuşlar başka,onlar esaretten kurtuluşu anlatıyorlar,umut serpiyorlar bedenine sıkışıp kalmış insana.İyilik yapma isteklerini perçinliyorlar.Zaten iyilik yapmak,kendi kafesinden çıkıp havalanmak değil mi?
      Bedelini verir bir kuşu salıverirmişsiniz göklere doğru...Kendi ruhunuzun kanat çırpınışını duyar gibi..Ben mahpussam da ten kafesinde salıverdim birini hissi,iyilik yapma hissi.Birine yemek verme,birine gülümseme,birinin başını okşama hissi gibi....İyilik hissi,geçti,açıldı kapılarınız..Rahatladınız, gününüz değişti başka baktınız gökyüzüne..Eve gidince gülümsediniz eşinize,ya da yaşlı babanıza,ya da çocuklarınıza...Akşam oldu,uçup uçup yorulmuş gibi girdiniz yatağa...

      Uçurduğunuz kuş mu,o da akşam olunca,her akşam alıştırıldığı gibi döndü kafesine ve uykuya daldı aynı hapis kafeste...
      Bazen azatlık kuşlar gibiyim,kim çözse ayaklarımın bağını yine dönüp tıpış tıpış kafesine sıkışan..Bazense uçurduğum kuşlar,öyle çaresizce dönüyorlar biliyorum,onları kurtarmaya çalıştığım yere...

28 Aralık 2010 Salı

Kadın Yazar-Kadın Kızar

        Kadın ve erkek olmanın farklı kodlamaları var zihnimizde,farklı duygusal devinimleri kalbimizde.Eşitlemenin eksiltmek olacağı fikri daha doğru sanki.Birbirinden farklı üstünlükleri farklı handikapları olan iki şeyi eşitlemeye çalışmak onları eksiltmek değil midir?Her ikisini kendi içinde kabul edip anlamaya çalışmak zenginlik değil midir?

         Her yıl bir kez seyahate çıkmalı insan,ama öyle çoluk çocuk ailece değil,onları sevmemekten de değil,sadece içine yürüyebilmek için yalnız çıkmalı insan diyordu bir kadın yazar.Kadın yazar dediğimi duysa belki kızar.Öyle ya erkek yazar diye belirtiliyor mu,ya yazardır bir insan ya da başka bir şey, kadın ya da erkek değil.Ama böyle bir cümleyi bir kadından başka kim yazar?Bir erkek için her yıl seyahate çıkmalı insan demek yeterlidir.Zaten yalnız bir iç yürüyüştür yapmak istediği.Öyle çoluk çocuğunu toparlamayı,geride bırakmayı düşünür,onları sevip sevmemekle ilgili iç hesaplaşmalara girer mi bir erkek..

         Bedenimizi rahat taşıyamıyoruz,kamusal alanda dar kalıplara sıkıştırıyoruz kendimizi diyordu aynı kadın yazar.Avrupa dan,Paris ten dem vuruyor,o kısacık elbiseleriyle gecenin içinde bir sokaktan geçebilen mutlu ve özgür kadınları resmediyordu.Sokaklarımıza özgürlük ne zaman gelecek diyordu.Bedenimizi rahat taşıyamıyoruz,utanıyoruz cinsel kimliğimizden diyen bir erkek düşünmek zor.Aynı kadın yazarın biraz sonra tasavvufi bir iç yaşam özleminden,biraz sonra da bir erkek yerine düşünüp cinsel tercih özgürlüğünden dem vurması aynı kitabının içinde,kolay kolay bir erkekte görülebilecek fırtınalar mıdır?Erkekte bir fırtına varsa,kadında bin fırtına var.Duyum ve algı kanalı ağı böyle çünkü..Kalem farkında ,kadın neden değil?

        Ya şefkat,merhamet,fedakarlık bir kadının kalemiyle akmaz mı kalpten kağıda.Ya mukavemet ,metanet, cesaret coşmaz mı bir erkeğin kalemiyle daha fazla?Her yazıda biraz da sahibini okumaz mıyız,kainata bakınca  sahibini anlamaz mıyız.Şifrelerimizi çözmek için yazmalıyız ve daha çok okumalıyız,kendimizi...Kaçmadan kendimizden..Erkek gibi kadın olmaya öykünmeden,kadın gibi erkek olarak algılanmaktan utanmadan..Kadınsak kadınızdır,erkeksek erkek...Yazmalıyız,okumalıyız,çünkü insanız...